top of page
Yazarın fotoğrafıNezahat Özdemir

Mantığın Bittiği Yerde Ne Başlar?



"Mantığın bittiği yerde ne başlar?"

Bu yazı belki de tarzımın çok dışında bir yazı olacak. Belki de iç sesimin Latin alfabesiyle ışıklı ekrana ilk yansıyışı bilemiyorum. Yazacaklarımı farklı kılan ilk defa düşüncelerimi değil gerçek duygularımı dile getirmem de olabilir henüz emin değilim. Konuya yazının hem başlığı hem de başlangıç cümlesi olan "Mantığın bittiği yerde ne başlar?" sorusuyla giriş yapmak istiyorum. Mutlaka " sevginin bittiği yerde mantık devreye girer" cümlesini duymuşsunuzdur. Benim bir kaç gündür yaşadığım durum tam olarak mantığın bittiği yerde neyin başladığının çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşmesi ki basit bir matematik işleminde bile ne kadar zorlandığımı yakın çevrem çok iyi bilir. Sevgi mantığa evrildiyse mantık neye evrilebilir? Evrildiği durumun tam olarak terimsel anlamını bilmesem de verdiği his kesinlikle Don Kişot'un yel değirmenleriyle olan savaşının aynısı bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Sen kendince çok büyük mücadeleler veriyor olabilirsin ama mücadeleni tetikleyen durumu ya da sebebini bilmeyip uzaktan izleyenler senin mücadeleni komik bulabilirler. Onların anlamadığı sana karşı koymayan, sadece kendi sistemi gereği dönen yel değirmenlerinin zararsız olduğudur ki hikayenin sonunda yel değirmenleri Don Kişot'u perişan eder. Bu durumda kim haklıdır? İşin üzücü tarafı seni engellemeye çalışan bir Sancho'nun da etrafında bulunmuyor olması gerçeğidir.

Melike Şahin şarkılarını çok severim. En çok bilinen "tutuşmuş beraber" isimli şarkısında bir cümle geçer "böyle ufalanma merhem elindeydi" diye ama benim en çok sevdiğim hatta "kendim için bir şarkı yazacak olsaydım bu şarkıyı yazardım" dediğim şarkısının bir yerlerinde ise "bulamadım ilacı sende merhem elimdeymiş" der yine aynı Melike Şahin. Yani yanında olmaya çalıştığınız insanların sizin kırgınlığınızı, üzgünlüğünüzü fark etmediğinde bir "iyi misin?" sorusunu dahi sormadığında sevgi yerini mantığa, mantıkta yerini o insanların senin için artık anlam ifade etmemesine yol açar. Yani mantığının bittiği yerde "hiçlik" başlar. Kısacası yaralarının ilacının yine kendi elinde olduğunu anlarsın. Anladığında da istemsizce "peki ilaç olmaya çalıştıklarının yaktığı canını yine sen iyileştireceksen bu kadar zaman kaybına ne gerek vardı?" diye sorarsın ki asıl aydınlanmada zaten orada başlar.

Bir şeyi çok detaylandırmak her zaman kendini çok iyi ifade ettiğin anlamına gelmez. Ana hatlarıyla anlatmak, etrafını detaylara boğmaktan çok daha iyidir. Sürekli tekrar etme gereğide hissetmezsin. Artık biliyorum ki iletişimde ne kadar çok cümle kurduğun değil karşı tarafın duymak istediği kadar kelimeyi yan yana getirdiğindir doğru iletişim. 2013 yapımı Japon Halk Masalı'ndan uyarlanan "Prenses Kaguya Masalı"nı izleyenleriniz olmuştur. Teknik olarak anime özelliğini taşısa da çizimlerin anime ile alakası yoktur ya da anime film izliyormuşsun gibi bir his yaratmaz. Film kaba taslak illüstrasyon çizimlerin sulu boya tekniğiyle renklendirilmesiyle oluşmuştur. İzlerken en çok keyif aldığım yapımlardan bir tanesiydi çünkü ayrıntılar yoktu. Sadece bir hikaye vardı. Bahsettiğim de tam olarak bu. Hikayeniz varsa ne kadar süslerseniz sizi anlamasını beklediğiniz insanlar sadece süslerin detaylarıyla ilgilenir. Ya da sadece süslerle ilgiliymiş gibi davranır. Birinci olasılıkta kendinizi suçlayabilirsiniz. İkinci olasılık ise doğru iletişimi yanlış insanlarla kurmaya çalıştığınızın göstergesidir. Siz ne anlatırsanız anlatın anlaşılmayacak olduğunuzun kesin kanıtıdır. Yaptıklarınızın önemi yoktur. Yap ( a ) madıklarınızla yargılanırsınız.

Uzun yazının kısası duy (a ) madığım cümleleri artık zihnimde kodlayamadığım gerçeğini anladığım bir sürecin sonuna geldiğimin farkındayım. Sana sağır olan insanların başkaları için minik sesleri bile anlamlandırabileceğini öğrendiğimde yel değirmeni savaşımın bittiğini anladım.



bottom of page